Hazırlayan: Prof. Dr Hatice Bodur
Ailevi Akdeniz Ateşi (Familial Mediterranean Fever) tekrarlayıcı yüksek ateş, karın ağrısı, gögüs ağrısı eklem ağrısı atakları ile seyreden kalıtsal bir hastalıktır. Hastalık çekinik genler yoluyla taşınır. Hastalıktan sorumlu olan “MEFV geni” 1997’de tanımlanmıştır. Hastalık MEFV genindeki mutasyonlar sonucu vücudun inflamasyon yanıtının bozulmasıdır.
İltihabi atak , minimal bir tetikleyici etken (soğuk, travma, menstrüasyon, aşı) ile veya belirgin bir tetikleyici etken olmadan da gelişebilir. Ataklar periyodik özellik göstermez ve düzensiz aralıklarla gelişir. Ataklar ani gelişir ve 6-96 saat arasında kısa süreli devam ettikten sonra kendiliğinden geriler.
Hastalık etnik olarak daha çok Türk, Arap, Yahudi ve Ermeni halklarında görülür. Ancak son yıllarda hastalığın sadece bu gruplarda görülmediği, aile kökeni tamamen Avrupa’ya dayanan kişilerde, hatta Japonlarda da görüldüğü bildirilmektedir. Türkiye’deki genel prevalansı (yaygınlık ) yaklaşık %0,1 olarak bildirilmiştir. Ancak bölgesel taramada bu oran 1/395’e kadar çıkabilmektedir. Taşıyıcılık oranı ise 1/5’e kadar çıkabilmektedir. Hastaların %50’sinde aile öyküsü bulunmayabilir. Türkiye’de prevalansın en yoğun olduğu bölgeler Orta ve Doğu Anadolu bölgeleri ile Doğu Karadeniz Bölgesinin iç kesimleridir.
Ailevi Akdeniz Ateşinin Bulgu ve belirtileri: Tekrarlayan ateş atakları esnasında, karın (periton), akciğer (plevra) kalp (perikard) zarında ve eklemlerde iltihaplanmalar görülür. Ateş esnasındaki karın/göğüs ağrısı hastanın acil servise başvurmasını gerektirecek kadar çok şiddetlidir. Şiddetli karın ağrısı ve peritonit bulguları hastanın apandisit sanılıp ameliyat yapılmasına neden olabilir. Plörit (akciğer zarı iltihabı) ve perikardit (kalp zarı iltihabı) göğüs ağrısına neden olabilir. Göğüs ağrısı genellikle tek taraflı ve ateşle birliktedir. Testislerde şişme ağrı olabilir. Eklem tutulumu sık görülen bulgulardan biridir. En sık tutulan eklemler kalça, diz ve ayak bileğidir. Ateş ile birlikte eklemde ani olarak kızarıklık, şişlik, sıcaklık ve hassasiyet gelişir. Klinik sıklıkla akut eklem romatizması ve septik artrit ile karıştırılabilir. Çoğunlukla diz altı bölgede olmak üzere, bacak ön yüzünde kızarık cilt döküntüleri görülebilir. Çeşitli klinik durumlara bağlı olarak amiloid proteinlerinin organ ve/veya dokularda birikimi “amiloidozis” olarak adlandırılır. Hastalığın en önemli komplikasyonu, sekonder olarak gelişen AA tipi amiloidozistir. Uygun tedavi almayan hastalarda bu komplikasyonun gelişme riski daha fazladır. AA tipi amiloidozlu hastaların %90’ından fazlasında böbrek tutulumu vardır (idrarla protein kaybı, böbrek yetmezliği) %20’sinde ise gastrointestinal tutulum sonucu ishal , emilim bozukluğu görülebilir.
Tanı: Tanı hastanın kliniği ve aile öyküsü göz önüne alınarak konulur. Atak sırasında inflamatuar (iltihabi) süreci gösteren lökosit sayısında artış , eritrosit sedimentasyon hızı, fibrinojen ve C-reaktif protein (CRP) düzeylerinde yükseklik izlenir. Atak sonrası bu laboratuvar bulgularında hızla düzelme tanı için çok değerlidir. Klinik tanıya destek amaçlı olarak, MEFV mutasyon sonuçlarını değerlendiren genetik testler istenebilmektedir. Ülkemizde sık görülen bir hastalık olmasına rağmen AAA tanısı koymada çok zaman kaybedillebilmektedir. Son yıllarda tanı gecikmesinde azalma olmasına rağmen tanıda gecikme ortalama 6,9 yıldır. Bu nedenle hasta ve hekimlerin bu hastalık hakkında bilgi ve farkındalık düzeylerinin artırılması gerekmektedir.
Tedavi: Tanı konar konmaz tedaviye başlanmalıdır. Tedavide ilk basamak, günlük, düzenli kolşisin başlanmasıdır. 1970’li yıllarda kolşisinin kullanıma girmesi tedavisinde büyük bir atılım sağlamıtır. Kolşisin tedavisi öncesi 40 yaş üzeri hastalarında AA amiloidoz gelişme sıklığı %60-75’e varan yüksek oranlarda görülmekte idi. Tedavide kullanılmasının yanı sıra şüpheli vakalarda kolşisine alınan iyi yanıtın da tanı koymada önemli yeri vardır. Kolşisin tedavisi ile %95 hastada tam remisyon veya atak şiddeti, süresi ve sıklığında belirgin azalma izlenir. Atak sayısı azalmasa da düzenli ve uygun dozda tedavi ile amiloidoz riskinde azalma görülebilir. Kolşisin dozu hastanın verdiği yanıta göre 1- 2 mg/gün olarak ayarlanır. Gebelik ve süt verme dönemi kolşisin kullanılmasına engel oluşturmaz. Bazı hastalar atak sırasında ilacı kullanıp daha sonra dozu azaltma veya düzensiz ilaç kullanma eğilimindedirler. Her gün, aynı saatte ve düzenli olarak ilaç kullanma uyumunun hastaya önemle hatırlatılması gerekir. Hastaların %5-10’unda kolşisine yanıt alınamayabilir. Kolşisin tedavisine yanıtsızlık olduğuna karar vermeden önce hastanın ilacı her gün ve düzenli olarak kullandığından emin olmak gerekir. Altı ay süreyle tolere edilebilecek maksimum dozda ve düzenli kolşisin kullanmalarına rağmen ayda bir iki atak geçiren hastalar kolşisine yanıtsız olarak kabul edilir. Kolşisine yanıtsız veya kolşisini tolere edemeyen hastalara alternatif tedavi yöntemleri denenebilir. İnterferon-alfa kullanılabilir. Son yıllarda TNF inhibitörleri ve IL-1 inhibisyonu (IL-1 reseptör antagonisti anakinra) tedavide daha ağırlık kazanmaya başlamıştır.